En iyi uyum politikası, sosyal adalet politikasıdır
“Tarihsel bir olay” olarak değerlendirilen Uyum Zirvesi’nin üzerinden bir hafta geçti. Zirvede dile getirilen ve bir dizi göçmen temsilcisi tarafından da övülen görüş, öneri ve taleplerin yerini göçmenlere yönelik yaptırım ve ceza talepleri aldı. Zirvenin ertesi günü, Federal İçişleri Bakanlığı’nın Göç Yasası’nda bir dizi sertleştirme yapacağı duyuruldu. Hartz IV yardımıyla geçinen Almanların başka bir ülke vatandaşı olan eşlerini Almanya’ya getirmelerinin engellenmesinden, bu yardıma muhtaç göçmenlerin sınırdışı edilmesine dek bir dizi yasa değişikliği, önümüzdeki aylarda gündeme getirilecek.
Bu önerilere, Stoiber’in dile getirdiği “uyum sağlamayan göçmenlere yaptırım uygulansın” ya da CDU/CSU yöneticilerinden Kauder’in ileri sürdüğü, “Göçmenler Alman öncü kültürünü benimsemek zorunda” gibi talepler eklendi. Tüm bu gelişmelerin de gösterdiği gibi, Almanya göçmenler açısından, çok sıcak gecen şu yaz günlerinin ardından sıcak bir sonbahara da gebe. Ancak soruna sadece göcmenler açısından yaklaşmak eksik kalacaktır. Federal Meclis tatilinin ardından önümüzdeki Eylül ayında, yeni gelişmeler Almanya’nın siyaset gündemini uzun süre meşgul edecek. Diğer bir deyişle, sadece göçmenleri değil, bir bütün olarak Almanya toplumunu sıcak sonbahar ayları bekliyor.
Dokuz ay önce kurulan CDU/CSU-SPD koalisyonu, hepimizi yakından ilgilendiren birçok önemli karar aldı ve planlar yaptı. Katma değer vergisinin yüzde 16’dan 19’a çıkartılması, emeklilik yaşının 67’ye yükseltilmesi, sağlık sigortası primlerinin artırılması, Hartz IV Yasası’nın sertleştirilmesi, kombi ücret uygulaması, büyük işletmelere yaklaşık 8 milyar euro tutarında ek gelir sağlayacak vergi reformu gibi kararların bir kısmı yürürlü»e girdi, bir kısmı ise önümüzdeki dönemde girecek. Federal ve eyaletler düzeyinde alınan bu kararlar, yerlisiyle-göçmeniyle işçiler, memurlar, kadınlar, gençler ve emekliler için yaşamı zorlaştıran ve çocuklarının geleceğini karartan bir politikanın devamı.
Bu politika elbette yeni bir politika değil. 1982-98 yılları arasındaki 16 yıllık Kohl döneminde 130 ayrı sosyal hak gasp edilmişti. Ardından SPD ve Yeşiller hükümeti yedi yıl boyunca Hartz Yasaları, Ajanda 2010, Antiterör Yasaları gibi yasa paketleriyle, sosyal, ekonomik ve demokratik haklara karşı amansız bir politika izledi. Bu politikalar sonucunda, Almanya’daki özel servetin tutarı 4 trilyon euroya ulaştı. Bu servetin yarısı, toplumun en zengin yüzde birlik bölümünün elinde. Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü’nün (DIW) hafta başında yayınladığı bir araştırmaya göre, sosyal adaletsizlik ülke tarihinde en üst düzeye ulaştı. Üst düzey gelir grubundakilerin gelirleri 1994-2004 yılları arasında yıllık yüzde 1,5 oranında artış kaydederken, düşük gelirlilerin reel gelirlerinde gerileme kaydedildi. Dünyanın en zengin ülkelerinden olan Almanya’da halkın yaklaşık beşte biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bütün bu veriler, bir avuç zenginin çıkarlarını gözeten, düşük gelirli işçi ve emekçilerin omuzlarındaki yükleri artıran bir siyaset izlendiğini gösteriyor. Büyük bir ço»unluğunu işçilerin ve emekçilerin oluşturduğu göçmen kökenliler de bundan paylarına düşeni fazlasıyla aldılar.
Aynı dönemde yayınlanan bir başka kamuoyu araştırmasına göre, uyum tartışmalarının zirveye çıktığı günlerde halkın yüzde 70’i, göçmenlerin uyum için gösterdikleri çabaların yetersiz olduğu inancını taşıyordu. Diğer bir deyişle, uyum konusundaki eksiklikleri izlenen politikaya değil de, göçmenlerin isteksizliklerine bağlayan politikacıların yıllardır sürdürdükleri kampanyalar halk üzerinde etkisiz kalmamiştı.
Bu iki gelişme arasında bağlantı kurulmadığı sürece, uyum konusuna sağlıklı açılımlar getirilemeyeceğini düşünüyorum. Özellikle seçim dönemlerinde sosyal adalet karşıtı politikalarını gizlemeye çalışan partiler, göçmenleri hedef tahtasına yerleştirerek tartışma gündemini saptırmakta uzmanlaştılar. Bunun son örneğini geçtiğimiz Mart ayındaki Baden-Württemberg seçimlerinde yaşadık. Seçim öncesinde gündeme getirilen “Vicdan Testi” tartışmaları, aynı dönemde yaşanan kamu grevlerini, üniversite ö»rencilerinin harçlara karşı gösterilerini ve alınan diğer önemli kararları gölgelemişti. Bu yolla derinleştirilen önyargılar ve başvurulan ırkçı kışkırtmalar sayesinde, farklı dil ve etnik kökenlerden emekçilerin, gençlerin ortak talepler u»runa ortak mücadele sürdürmesinin önüne suni engeller çıkarılmaya çalışılıyor. Ancak bu bağlantı kurulmayınca, üretilen çözüm önerileri de, “daha fazla dil ve meslek kursu” talebine indirgeniyor. E»itim, iş yaşamı, sağlık, emeklilik ve diğer sosyal alanlarda yaşanan eşitsizlikler gözardı edilerek, bu politikalar sürdüğü müddetçe göçmenlerin hukuksal statülerinden kaynaklanan sorunlarının çözümü mümkün olduğu yanılgısı ortaya çıkıyor.
Uyum Zirvesi’nde açıklanan ve bir yıl sonra kararlaştırılması beklenen Uyum Için Ulusal Eylem Planı, göçmen olmaktan kaynaklanan sorunların giderilmesi için sadece bir adım olabilir. Bu alanda özel çalışmalar gerektiğini reddetmiyorum. Tam tersine, Sol Parti.PDS olarak bu yönde çalışmalar sürdürüyor, hükümetin dışlayıcı politikalarına karşı vatandaşlık hukuku ve diğer konulardaki çalışmalarımızla üzerimize düşeni yerine getirmeye çalışıyoruz. Kaldı ki sorun, bu alandaki eksikliklerin bilinmemesi, ya da sorunun nasıl çözüleceği konusunda önerilerin bulunmamasında da yatmıyor. Onlarca seneden beri gündemde olan öneriler gerçekleştirilseydi, bugün bu sorunların önemli bir kısmı gündemde olmayacaktı. Bu arada, hükümet dönemlerindeki politikaları nedeniyle bugünkü durumdan kendileri de sorumlu olan Yeşiller ve SPD dahil olmak üzere, yaptığımız bütün çalışmaların Meclis’teki diğer partilerce engellenmeye çalışıldığını belirtmeden geçmeyelim.
Ancak sorunlarımızın çözümü için daha fazlası gerekiyor. Bunun için de en başta, dışlayıcı politikaların yarattığı “istenmiyoruz” duygusunu ve önyargıları aşmak gerekiyor. Yanısıra, sorunların çözümünü Meclis’e havale etmemek, sendikalar, ö»renci örgütleri, semt inisiyatifleri, veli kuruluşları ve diğer sosyal hareketler içinde yer almak gerekiyor.
Seçim döneminde “servet vergisi getireceğim” vaatleriyle oy avcılığı yapanların bu konudaki samimiyetsizliklerini görerek, sendikaların yoksulluğu önlemek adına sürdürdüğü “yasal asgari ücret” kampanyasına katılmak gerekiyor.
Hükümet ortaklarının işsizlikle değil, işsizlere karşı savaştığını görerek, haftalık çalışma sürelerinin kısaltılması için verilen mücadeleye katılmak gerekiyor.
E»itimde fırsat eşitliği için ve harçlara karşı verilen çabalara katkıda bulunmak gerekiyor.
Dilimiz, dinimiz ve etnik kökenimiz ne olursa olsun çıkarlarımızın ve sorunlarımızın aynı olduğunu, bunun için de çözüme ancak birlikte hareket edersek ulaşabileceğimizi görmemiz, buna uygun davranmamız gerekiyor.