Göçmenler arasında işsizlik oranı ortalamanın iki katı

Almanya’nın en önemli sorunlarından işsizlik konusunda ne düşünüyorsunuz?

Işsizlik gerçekten en önemli sorunlardan birisi. Çünkü istatistiklerde yer alan o çıplak rakamların ardında milyonlarca insanın kaderi gizli. Federal Iş Ajansı’ının aylık olarak yayınladığı istatisliklere bakıldığında, örneğin “İşsizlik oranı yüzde 10” şeklindeki bir açıklamanın ne anlama geldiği çogu zaman gözardı ediliyor. Bu açiklamanın aslında, “Bu ay da yine milyonlarca insan Hartz 4 yardımıyla geçinmek zorundaydı. Kendisinin ve ailesinin en temel ihtiyaçlarını karşılamasına bile yetmeyen birkaç yüz euro ile ay sonunu getirmek zorunda kaldı” anlamına geldiği düşünülmüyor.

Yaşadığımız bu toplumda insanın değeri, asıl olarak üretimdeki yeriyle ve dolayısıyla ekonomik gücüyle ölçülüyor. Yani çalışmıyorsanız, “işe yaramayanlar” kategorisine giriyorsunuz. Işsizliğin yol açtığı yoksulluk da buna eklenince, sosyal ve kültürel yaşamın dışına itiliyorsunuz. Hartz IV yardımıyla ayda 345 euroyla geçinmek zorunda kalanlar, çocukların eğitiminden sağlı»a kadar, birçok alanda eşitsizliklerle-haksızlıklarla bo»uşuyor. Işsiz insanın daha çok hastalandığı, yalnızlaştığı, yuvaların dağıldığı gibi sosyal sonuçlar da bunun cabası. Dayanışma, yardımlaşma gibi değerler artik lugattan çıkarılıyor.

Buna karşılık izlenen politika, işsizliğe değil, işsizlere karşı mücadele olarak özetlenebilir. Onyıllardır işsizlerin çalışmak istemediği, devletin sırtından geçinmek istediği ve bunun engellenmesi gerektiği propagandası yapılıyor. Bu da sorunları elbette çözmüyor. Bir de unutulmaması gereken önemli bir nokta daha var: Işsizlik bu sistemin doğasında var. Yaşadığımız bu kapitalist sistem her zaman işsizliği üretmiş ve işsizleri, çalışacak bir işi olanlara karşı tehdit olarak kullanmış. Işçi ne zaman biraz daha fazla ücret, biraz daha iyi çalışma koşulları talep etmişse, “işine gelmiyorsa çalışma. Dışarıda daha az ücrete bu işi yapacak, bu koşulları öpüp başına koyacak milyonlarca işsiz var” diye tehdit edilmiş.

Yaklaşık 4,5 milyon insan işsiz. Federal İş Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı Frank-Jürgen Weise işsiz sayısının 2007’de işsiz insan sayısının 4 milyonun altına ineceğini söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Federal Hükümet 2005 Kasım’ından bu yana en başarılı olduğu alanın işsizlikle mücadele olduğunu ileri sürüyor. Almanca’da bir söz vardır: “Kendim manipüle etmediysem istatistiklere inanmam.” Aslında bu söz bu örneğe çok iyi uyuyor. Yayınlanan işsizlik rakamları biraz incelenince işsizlik rakamlarının nasıl düşük gösterildiği ortaya çıkıyor. Örneğin mini işlerde çalışanların, part-time işlerde çalışanların sayısı giderek artıyor. Insanlar 1 euroluk işlerde çalıştırılıyor. Bu kişiler işsizlik istatistiklerinde yer almıyor. Ayda 400 euro kazandığı bir işte çalışan yüzbinlerce insan istatistiklerde yer almıyor. Öte yandan stajyerler de istatistiklerin dışında tutuluyor. Buna karşılık uzun süreli işsizlerin sayısı giderek artıyor. Kısacası tablo çizildiği kadar toz pembe degil. Bu gerçekler karşımızda duruyorken, “işsizlikle mücadelede başarılıyız” demek mümkün mü? Buna inanırsak, en başta kendimizi kandırmış olmaz mıyız? Bu yöntemlere yenileri eklenerek işsizlik rakamları 4 milyonun altına da düşürülebilir. Ancak artık işsizlik istatistiklerinde yer almayan, buna karşılık kendi geçimini temin edecek kadar bile kazanamayan insanların sayısı da artacaktır.

Kamuoyunda bilinen işsizlik rakamları gerçek rakamlar mı? Gerçek değilse size göre ne kadar insan işsiz?

Dediğim gibi, rakamları manipüle etmenin yolları çok. Eski hükümetler de özellikle seçim dönemlerinde işsizleri geçici projelere dahil ederek rakamları düşürmüştü. Hartz 4 uygulamasıyla birlikte yine istatistikler gerçeği tam yansıtmayan bir işleve sahip oldu. Ayrıca rakamların sağlıklı olmadığı, dönem dönem ortaya çıkan skandalların da gösterdiği gibi bilinen bir gerçek. Gerçek işsizlik rakamını bilmek belki mümkün değil ama, bu konuda sekiz milyona varan tahminler de var.

Partinizin işsizlik sorununun çözümüne ilişkin politikası nedir?

Sol Parti bu konuda seçim programında çok açık öneriler getiriyor. Herşeyden önce işsizlerle değil, işsizlikle mücadele anlayışına uygun bir politika izlenmeli. Kamu alanında devlet yatırımları yapılarak istihdam sağlanmalı. Işsizliği finanse etme yerine yatırımlar yapılması, en önemli çözüm yollarından birisi. Ancak son yıllarda tam tersine bir gelişme var. Devlet bu alanda giderek sorumluluğu özel sektöre devrediyor. Bunun sonucunda yeterli kar getirmediği gerekçesiyle kamu taşımacılığı gibi birçok hizmet artik yararlanılamaz hale geldi. Buna karşı çıkıyoruz ve istihdam sağlayacak yeni yatırımlar talep ediyoruz.

Diğer önemli bir araç da, haftalık calışma süresinin kısaltılmasıdır. Ancak bu alanda da tersine bir gelişme var. Örneğin kamu alanında çalışma süreleri uzatılıyor. Sol Parti olarak haftalık çalışma süresinin kısaltılmasını talep ediyoruz.

Diğer bir konu da fazla mesailer; her yıl milyarlarca saat tutarında fazla mesai yapılıyor. Yapılan hesaplara göre, çalışana fazla mesai yaptırma yerine yeni işçi alınsa, 400 bin işsize bir yıl çalışabileceği ekmek kapısı açılacak.

Gelelim emeklilik yaşına. Emeklilik yaşı kısa bir süre önce 67’ye çıkarıldı. Bir yanda 45’inden sonra işsiz kalan birinin bir daha işe girmesi neredeyse imkansız olmuş. Öte yanda insanlarla dalga gecer gibi, “iki yıl daha fazla çalışacaksın” deniyor. Bütün bunlar işsizlik sorununu derinleştiren etkenler ve bu yüzden karşı çıkıyoruz.

Yani aslında işsizliği azaltmak için alınabilecek bir dizi önlem var. Ama bunlar malesef uygulanmıyor. Tabi sadece işsizliğin çözümüne yönelik değil, çalışan insanların geçimini sağlayabilecek kadar para kazanmaları için de önerilerimiz var. Bu yüzden Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi, Almanya’da da asgari ücret uygulamasına geçilmesini istiyoruz. Çalısmasına rağmen ailesini geçindiremeyen, bu yüzden birden fazla işte çalışan insanların sayısı gittikçe artıyor. Bu gelişmeye seyirci kalınamaz. Bu yüzden Sol Parti olarak saat ücretinin asgari 8 Euro olarak belirlenmesini talep ediyoruz.

İşsizlikten en çok göçmenler etkileniyor. Göçmenler arasında da işsizlikten en çok Türkler etkileniyor. Göçmenlerin ço»unluğunu oluşturan işsiz Türkler ne yapmalı?

Dediğiniz gibi, göçmenler arasındaki işsizlik oranı ortalamanın iki katı. Hatta bazı bölgelerde, üçte bire varıyor. Örneğin Berlin’de her iki Türkiye kökenli göçmen gençten bir işsiz. Şimdi uygulanan politikalar ortadayken, sistemin kendisinin işsizliği ürettiği gerçeği karşımızda duruyorken, işsizlere “bu meselenin altından kalkmak için şunları yapabilirsin” demek do»ru olmaz. Tek tek işsizlerin harcayacağı kişisel çabalarla, bu soruna köklü çözüm getiremeyiz. Örneğin ço»u zaman iyi bir meslek eğitimi işsiz kalmaktan koruyan sihirli bir de»nek gibi gösteriliyor. “Falanca mesleği ö»renirsen sırtın yere gelmez” ya da “üniversiteyi bitirirsen işsiz kalmazsin” gibi önerilerin do»ru çözüm önerisi olduğuna inanmıyorum. Çünkü üniversite bitirmiş akademisyenler arasında da yüzde 7 civarında işsiz var. Tamam, insanlarımız kendilerinin ve çocuklarının ö»renimine, meslek eğitimine önem versinler. Ancak örneğin doktor, ö»retmen gibi akademisyenler, ya da madencilik gibi sektörde meslek eğitimini tamamlamış insanlar da işsizliğin pençesine düşüyor.

Dolayısıyla insanların bireysel çabalarından çok, farklı bir politika gerekiyor. Göçmenlerin özgül durumlarını gözeten özel projeler de bu politikanın bir parçası olmalı. Ben bu yüzden şuna inanıyorum: E»itime önem verelim. Ama işsiz kalmak istemiyorsak yapacağımız en önemli şey, sendikalarla ve diğer kuruluşlarla birlikte bu politikalara karşı çıkmak.

İşe alınmalarda Türklerin şansı daha az. Türklere karşı işe alınmalarda ayrımcılık yapıldığı belirtiliyor. Gerçekten öyle mi? Partinizin bu konuda bir girişimi var mı?

Elbette ayrımcılık bu alanda da yaşanıyor. Araştırmalar aynı niteliklere sahip iki işsizin bir işe başvurduğu durumda, göçmen kökenli olanın daha düşük şansı olduğunu gösteriyor.

Burada bir örnek vereyim. Geçtiğimiz yıl hükümete bir soru önergesi verdim ve işsiz göçmenler için ne yapıldığını sordum. Verilen cevap şu: Hükümet işsiz göçmen başına yılda 28,59 Euro harcamış. Yani bir yanda göçmenleri sosyal sistemi istismar etmekle, moda deyimiyle söyleyecek olursak, “yan gelip yatmakla” suçluyor. Öte yandan onlara yeterli olanak sunmuyor. Kamu işkolunda da durum farklı değil. Bu alanda meslek eğitimi yapan gençlerin veya istihdam edilenlerin sadece yüzde 3’ü göçmen. Bu ne anlama geliyor. Almanya’nın bazı bölgelerinde her dört gençten biri göçmen. Ama 35 göçmen gençten sadece biri kamu işkolunda iş bulabiliyor.

Sol Parti olarak bu haksızlıklara karşı çıkıyoruz. Ayrıca sığınmacıların çalışmalarını engelleyen yasaların iptali için girişimlerimiz var. Birço»umuzun bildiği, “bir işçi alınacaksa önce Alman ve AB vatandaşları, sonra diğer göçmenler alınır” şeklindeki düzenlemeden, ağırlıklı olarak onlar etkileniyor. Bu ayrımcılı»a karşı yasa tasarısı hazırlıyoruz. Almanya dışında kazanılmış mesleki vasıfların burada kabul edilmesi için girişimlerimiz var. Bir bütün olarak yaşamın her alanında karşılaşılan haksızlıkların, eşitsizliklerin giderilmesi için, bu uygulamalara zemin hazırlayan yasaların iptal edilmesi için çabalarımız var.

Size göre ayrımcılığı önleme yasasının işe alınmalarda bir faydası oluyor mu?

Bilindiği gibi Almanya bu yasayı çıkarırken büyük tartışmalar yaşandı. Sendikalar ve ayrımcılı»a karşı çalışmalar sürdüren kurumlar, bu haliyle yasanın göçmenlerin ayrımcılı»a karşı korunması konusunda yetersiz kalacağı görüşünde birleştiler. Örneğin sendikalara ayrımcı uygulamalara karşı toplu dava açma hakkı tanınmadı. Ayrımcılığı yapan suçsuzluğunu kanıtlamayacak; tersine ayrımcılı»a u»rayan mağduriyetini belgesiyle kanıtlayacak. Bütün bunlar eleştirildi. Ancak hükümet ortakları bu eleştirileri değil, sermaye örgütlerinin taleplerini dikkate aldilar. AB düzenlemelerinin öngördüğü yasa, en etkisiz haliyle, deyim yerindeyse kuşa çevrilerek yürürlü»e konuldu. Bu nedenle yasanın faydalı olacağına inanmıyorum. Bir de, bu uygulamaları takip edecek, önleyecek kurumların bir an önce oluşturulması ve çalışmalarına başlaması gerekiyor. Bu konuda da henüz yeterli adım atılmış değil.

Göçmen çocukları meslek eğitim yeri bulmakta zorlanıyorlar. Ne öneriyorsunuz?

Meslek eğitim yerlerinin sayısı sınırlı. Buna karşı meslek eğitim yeri yapmak isteyen belli bir sayıda genç var. O yüzden okuldaki başarı önemli. Öte yandan PISA Raporu’nun da gösterdiği gibi Almanya’nın eğitim sistemi, ö»rencilere şans eşitli»ı tanımıyor. Bir işçi çocuğunun liseye gitme şansı, bir akademisyen çocuğunun şansının dörtte biri kadar. Yani eğitimdeki başarıyı, sadece göçmenler açısından değil, yerli halk açısından da sosyal köken belirliyor. Bu durumda gençlere “dersinize cok çalışın, okulunuzu başarıyla bitirin” demek tek başına yeterli olmuyor. Gençler hem derslerine çalışsınlar, hem de bu adaletsiz eğitim sistemine karsı çıksınlar. Veliler de, hem çocuklarına eğitimde destek olsunlar, ama aynı zamanda bu eşitsizliklere karşı da mücadele etsinler.

İşsiz insanların sosyal yaşamları altüst oluyor. Aile yaşamları bozulan, psikolojik sorunlar yaşayan, hatta boşanan aileler var. Bu konudaki değerlendirmeniz…

Araştırmalar işsizliğin ve buna bağlı ekonomık sıkıntıların boşanma riskini artıran bir etken olduğunu gösteriyor. Ayrıca işsizliğin ruhsal ve bedensel hastalıkları artıran bir etken olduğunu ortaya koyan bilimsel araştırmalar var. Örneğin yoksulların ortalama ömrü, zenginlere göre 7 yıl daha kısa. Yani işsiz kalan bir insana, “eşinden ayril!”, “tiyatroya-sinemaya gitme!”, “erken öl!”, “amansız hastalıklara yakalan! “çocuğunu okutma!”, “kötü evde otur!” diyorlar. Peki bunu diyenler kimler? Çalıştırdığı işçiyi kapı önüne koyarken, onun sırtından kazandığı ile gününü gün eden, bir eli ya»da, bir eli balda, yaşamın güzelliklerinden sınırsız ölçüde yararlanabilen bir avuç parababası. Tabii bir de, onların bir dediklerini iki etmeyen, “zenginlerimizin durumu ne kadar iyi olursa, o kadar çok ekmek kapısı açılır” deyip zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan politikalara imza atanlar.

Almanya’da artık fakirlikten bahsetmek doğal hale geldi. Fakirlik size göre ne? Ayrıca işsizlik parası yeterli mi?

OECD’nin tanımına göre, bir ülkedeki ortalama gelirin yüzde 60’ın altında geliri olanlar, yoksulluk sınırında yaşıyor, yani yoksul. Almanya’da bu sınır 950 euro civarında. Hartz 4 yardımı ise, bu sınırdan 300 euro daha düşük. 2 çocuklu bir ailenin yoksulluk sınırının üstüne çıkması için 1650 euro civarında aylık gelirinin olması gerekiyor. Almanya dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Buna rağmen nüfusun yüzde 13’ü, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Öte yandan bu ülkedeki özel servetin tutarı 4 trilyon euro. Bu rakamı yazmak için, 4’ten sonra 12 adet sıfır kullanmak gerekiyor. Ama nüfusun yüzde birlik bölümü, bu servetin yüzde 80’inini elinde bulunduruyor. Yani büyük bir servet var, ama bu servetin dağılımındaki adaletsizlik de bir o kadar büyük. Partimiz şöyle bir hesap yaptı: Almanya’daki özel servete yüzde 5 oraninda servet vergisi getirilse, buradan elde edilecek yıllık gelirle Hartz 4 yardımı ile geçinenlere ödenen 4 yıllık para ödenebilir. Yani yoksullukla zenginliğin içiçe gectiği bir ülkede yaşıyoruz ve bu adaletsizlik günden güne büyüyor.

İşsizlik ırkçı partilerin ekmeğine ya» sürüyor. Buna karşı ne yapılmalı?

Kisa bir süre önce yayınlanan bir anketin sonuçlarına göre, Almanya’da halkın yarısı “işsizliğin sorumlusu yabancı işçiler” diye düşünüyor. Her türlü adaletsizliğin ve eşitsizliğin giderek büyüdüğü koşullarda, göçmenleri günah keçisi ilan eden politikalar izlenirse, bu sonuç kaçınılmaz oluyor. Ben insanların do»uştan ırkçı düşüncelere sahıp olduğuna inanmıyorum. E»er bu tür yanlış düşünceleri, önyargıları besleyen politikalar izlenirse, önyargıları pekiştiren propagandalar güçlendirilirse bu sonuçlar karşımıza çıkar. Siz eğer “bir işe önce Alman ve AB vatandaşları, sonra diğer göçmenler alınır” diye yasa çıkarır ve uygularsanız, “yabancilar sosyal güvenlik sistemini istismar ediyor” derseniz, sade vatandaş da elbette “demek ki işimi elimden alan yabancılarmış” diye düşünür. Bu nedenle bence işsizlikten ziyade Stoiber, Beckstein gibi politikacıların yaptığı açıklamalar, çıkardıkları yasalar ırkçı partilerin ekmeğine ya» sürüyor.

Geçtiğimiz haftalarda Meclis’te hazırladığım bır önerge ele alındı. Burada ırkçılıkla mücadele etmek için eylem planı hazırlanmasını istemiştim. Aslında hükümet, bu planı çıkaracağına dair bundan altı yil önce uluslararası konferanslarda söz vermiş. Ama geçen sürede bu konuda bir adım atmamış. Yani şunu söylemek istiyorum: Bir yanda ırkçıların ekmeğine ya» süren politikalar izleniyor; diğer yanda ırkçılıkla mücadele icin gerekli adımlar atılmıyor.

Bir de şunu unutmamak gerekiyor: Işsizlikten, yoksulluktan, emeklilik yaşının yükseltilmesinden, sağlik ve eğitim sisteminin yükseltilmesinden yerli-göçmen hepimiz etkileniyoruz. Irkçılık, bu sonuçlara karşı ortak hareket etmemizi engellemek için kullanılıyor.Bu yüzden ırkçılık Alman halkını da etkiliyor. Bu gelişmeler arasındaki bağlantı gözden kaçırılmamalı. Bu görülmezse, “Almanlar ırkçı” deyip, çare içe kapanmada görülür. Bu da çözümsüzlük demektir.

Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Şimdi burada verdiğim yanıtları bir kez daha hatırladığımda, çok karanlık bir tablo çıkıyor. Bu biraz da sorulardan kaynaklanıyor olsa gerek. Elbette sorunları görmemiz gerekiyor. Ama çıkış yollarını da, yani tünelin sonundaki o meşhur ışığı da görmemiz gerekiyor. Bunları görürsek, karamsar olmamız için neden olmadığını da görürüz. Yaşanan tüm sorunlara rağmen, çözüm yolları da var. Dünyanın her yerinde haksızlıklara, eşitsizliklere sessiz kalmayanlar giderek güçleniyor. Birkaç hafta sonra 1 Mayis Isçi Bayramı’nı kutlayacağız. Almanya’nın yüzlerce kentinde, farklı etnik kökenlerden ve dinlerden yüzbinlerce insan bir araya gelecek, ortak özlemlerini, ortak taleplerini dile getirecek. Bu bile tek başına, umutlu ve iyimser olmamız icin yeterli bir neden.