Kaş yaparken göz çıkarmayalım

Zorla evlendirme konusuyla ilgili tartışmalar gündemdeki yerini koruyor. Hiçbir gerekçeyle kabul edilemez olan zorla evlendirme gibi bir sosyal sorunun, geniş biçimde tartışılması tabii ki toplumun duyarlılık kazanması açısından olumludur. Ancak bu tartışmalara biraz daha yakından bakıldığında, iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor.

Zorla evlendirme konusu, sosyal, ekonomik ve kültürel nedenlerden dolayı aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkeler açısından önemli bir sosyal yara olarak karşımızda duruyor. Ancak, buradan yola çıkarak bütün bir ülkeyi, ulusu ve dini toptan mahkum etmek de kabul edilemez. Ama tartışmalar bazen öyle bir hal almakta ki, Almanya’da yaşayan Türkiye ve Müslüman kökenli göçmenler, “zorla evlendirmeye, namus cinayetlerine veya aile içi şiddete eğilimlilermiş, bu sorunlar onların kültürel, ulusal özellikleriymiş” gibi lanse edilmektedir. Bilerek ya da bilmeyerek yapılan bu yanlışlık yüzünden, yerli halkın göçmenlere yönelik önyargı ve kuşkuları daha da artmakta ve sonuçta ortak yaşam zedelenmektedir. Özellikle 11 Eylül’den sonra “kültürler çatışması, dinler uyuşmazlığı” gibi propagandaların yarattığı sorunlar düşünüldüğünde, etnik ve dini farklılıkları öne çıkaran, toplumu bu değerler üzerinden kutuplaştıran tartışmalardan kaçınmak gerektiği unutulmamalıdır.

Kaldı ki, aile içi şiddet, eş cinayetleri gibi olaylar Almanya, İngiltere, ABD gibi ülkelerde de maalesef ciddi bir toplumsal yara durumundadır. Örneğin, Federal Aile Bakanlığı’nın yaptığı bir araştırmaya göre, Almanya’da 16-85 yaş arası kadınların yaklaşık yüzde 40’ı hayatlarının bir döneminde fiziksel ya da cinsel şiddete u»ramışlar. Yine örneğin, ABD’de her 90 saniyede bir kadının, Fransa’da ise her yıl 25 bin kadının tecavüze u»ruyor olması veya İngiltere’de haftada yaklaşık 2 kadının, partnerleri tarafından öldürülüyor olması, sorunun sadece Türklere veya Müslümanlara özgü olmadığına dair düşündürücü örneklerdir.

Zorla evlilik konusundaki tartışmlarda ikinci dikkat çeken konu ise, olayın hukuksal boyutudur.

Bilindiği gibi Şubat 2005 tarihinden itibaren uygulamaya giren yasal değişikliklerle, zorla evlendirme, ağır suç kapsamına alındı ve 5 yıla kadar ağır hapis cezası gündeme getirildi. Önemli bir insan hakkının ihlalini önlemek için, bunun yerinde bir düzenleme olduğunu düşünüyorum.

Ama eyaletler düzeyinde yapılan bazı girişimlerde ise‚ zorla evlendirmeyi önleme adı altında düşündürücü kimi tedbirlerin ortaya atılması dikkat çekiyor. Örneğin, yurt dışından yapılacak evliliklerde 21 yaş sınırının getirilmesi, gelecek eşin Almanca bilme koşulu gibi önlemlerin zorla evliliği önlemekten çok yeni sorunlar do»uracağı kanısındayım.

Diğer taraftan, Yeşiller’in Federal Parlamento gündemine getirdiği bir önerge ile, mevcut cezanın daha da arttıtılması talebini gerekli veya ihtiyaç olduğunu görmüyorum. Çünkü sorunun çözümü için daha fazla yasak ve cezaya değil, zorla evlendirmeden dolayı mağdur duruma düşen insanlara tanınan hakların genişletilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu durumdaki mağdurların oturum izinleri veya Almanya’ya dönüşleri konusunda kolaylıklar sağlanması gerekiyor.

Burada şunu da hatırlatmakta yarar var. Sorunu sadece hukuksal düzenlemeler ve cezai yaptırımlarla gideremeyiz. Bu konuda ciddi bir aydınlatma çalışmasına ihtiyaç olduğunu ve örneğin bu konularda çalışma yapan sosyal kuruluşların desteklenmesi gerektiğini unutmamalıyız.

Sonuçta bugün, sosyal ve tarihsel kökleri olan ve mutlaka üzerine gidilmesi gereken bir sorunla karşı karşıyayız. “Kültürel değerler, gelenekler” gibi hahifletici nedenler ileri sürmeden ve “Avrupalılara mahcup olmamak” adına değil, sorunun aşılması için çaba göstermek gerekir. Ama “kaş yaparken göz çıkartmamaya” da dikkat etmek gerekiyor. Bunun için konuyla ilgili tartışma ve girişimlerin, bir ulusu, bir dini zan altında bırakacak biçimde olmamasına, yerli ve göçmen toplum arasındaki önyargıları arttırmamasına özen göstermeliyiz. Çünkü önyargı ve kuşkuların aşılmasına bugün her zamankinden fazla ihtiyacımız var.