Kıbrıs’ın işgali ve kurtuluşu
Kıbrıslı kadın ve erkek yoldaşlarıma, bana bugün burada konuşma fırsatı verdikleri için teşekkür ederim. Kıbrıs’a giden herkes, ülkenin üçte birinden fazlasının Türk işgali altında olmasının, adayı ne kadar derinden etkilediğini bilir. Türk ordusunun varlığını sürdürmesi, özellikle işgal altındaki bölgelerde yaşayan insanlar açısından da bir yük teşkil etmektedir. Buralarda Türk ordusu olmadan hiçbir şey yürümez. Evet, Türk askeri diktatörlüğünün, Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgelerinde devam ettiğini söylemek haksız olmayacaktır. Ayrıca egemen olduğu iddia edilen ve Britanya’ya ait askeri üslerde devam eden işgali de buna eklemek gerekir. Londra, orada sürdürdüğü ABD’nin Ortado»u’daki savaşlarına destek sunma gibi uluslararası hukuka aykırı faaliyetlerini güvence altına almak için önlemler alıyor. Öyle ki; bu üsler Avrupa Birliği’ne ait toprak olarak bile görülmüyor.
Devam etmekte olan bu Türk ve Britanya işgalinin karşısında, Kıbrıs halkının işgale son verilmesi için verdiği mücadele duruyor. Bu, Kıbrıs halkının kurtuluş u»runa verdiği kahramanca bir mücadeledir. Ve burada size şunu söylemeden geçemem: Ben bu mücadeleye hayranlık duyuyorum. Cesaretlerinin kırılmasına izin vermeyen ve Kıbrıslı olabilme mücadelesini sürdüren Rum ve Türk Kıbrıslılara hayranlık duyuyorum. Ve bu bağlamda, SOL PARTİ Federal Meclis Grubu’m adına sizlere şunu söylemek istiyorum: Baskıya karşı ve bu harika ada Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için verdiğiniz mücadelenizde, dayanışma duygularımızla sizin yanınızdayız.
Federal Hükümet geçtiğimiz yıl Türkiye politikasında bir U-dönüşü gerçekleştirdi. Yapılan bu değişiklik, Kıbrıs konusunu da yakından ve derinden ilgilendiriyor. Hükümet gelinen noktada, Alman sermayesinin, AB katılım müzakerelerinin kayıtsız şartsız hızlandırılması yönündeki talebinin gerçekleşmesi için çaba harcıyor. Buradaki tek amaç, Merkel’in izlediği sıkı para ve mali politikasının sonucu olarak ortaya çıkan, yeni pazarlar oluşturma ihtiyacının karşılanmasıdır. Çünkü Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu tarafından uygulamaya konulan bu politikanın sonucunda, Güney Avrupa ülkelerinde Alman ürünlerine yönelik talep büyük oranda gerilemiştir. Şimdi yeni pazarlar açılarak ve Türkiye’nin üyeliğe alınmasının öncesindeki özelleştirme politikaları aracılığıyla, işte bu u»ranılan zarar giderilmek, Alman sermayesi için yeni pazar payları ve yatırım alanları güvence altına alınmak istenmektedir. Gezi protesto gösterilerinin, yedi kişinin ölümüne, binlercesinin yaralanmasına ve gözaltına alınmasına yol açan tarzda vahşetle bastırılması bile, Federal Hükümeti katılım müzakerelerinde yeni bir fasıl açmaktan yana ağırlığını koymaktan geri tutmamıştır. SOL PARTİ Federal Meclis Grubu, bu tutumu açık bir şekilde kınamıştır. SOL PARTİ, böylesi bir dönemde yeni bir faslın açılmasına karşı çıkmaktadır. Çünkü bu adım, Erdoğan Hükümeti tarafından adeta, barışçıl göstericilere uyguladığı vahşi şiddetin ödüllendirilmesi şeklinde algılanacaktır. Bu arada izninizle bir noktaya değinmek istiyorum: GUE/NGL Grubu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerinde yeni bir faslın açılmasını selamladığını ifade ettiği basın açıklamasını okuyunca adeta şoke oldum. Oysa SOL PARTİ Federal Meclis Grubu olarak biz, oybirliğiyle bunun tam karşısında bir karar aldık.
Ve yanlış anlaşılmalara yer vermeyecek açıklıkla bir kez daha şunu belirtmek isterim: Türkiye’deki durum hakkında buradan AB penceresinden, Brüksel’den bakarak pembe bir tablo çizemeyiz. Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı izlediği saldırgan politikasını da olduğundan güzel gösteremeyiz. Ankara Protokolü’nün imzalanmasını reddeden ve Kıbrıs’ın diplomatik ve siyasi açıdan tecrit edilmesini hedefleyen bu politika da kınanmak zorundadır. SOL PARTİ Federal Meclis Grubu olarak biz, her hâlükârda, Ankara Protokolü’nün bir an önce imzalanmasından yana tavır koyuyoruz. Kıbrıs’ın kurtuluşunun yolu Ankara’dan geçmektedir. Bu yüzden, Türkiye’nin Kıbrıs’ı tanıması ve işgale son vermesi için bu noktada baskı kurulmalıdır. İşgale son verilmesi ise, kurtuluşun önkoşuludur!
Bu bağlamda, muhafazakar yeni Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in, Kıbrıs’ın NATO Barış İçin Ortaklık Programı’na (BİO) katılacağını açıklamış olmasının dehşet verici olduğunu da belirtmek isterim. Cumhurbaşkanı, bu adım ile adeta ülkesini Türk Ordusu’na teslim etmektedir. Çünkü NATO’da bugün durumun ne olduğunu sormak gerekmez mi? NATO’nun askeri yapısı, öncelikle Türk generallerin denetimine verilmiştir. Bu, Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne getirilmesine onay vermesi için Erdoğan’a ödenen bedeldi. Bu açıdan bakıldığında, bu yolla gerçekleştirilecek light NATO üyeliğinin, Kıbrıs halkının çıkarlarına aykırı bir şekilde işgalin uzatılması anlamına gelen bir kapitülasyon olduğu görülmektedir. Bu karar, Kıbrıs gibi küçük bir ülke açısından başka bir anlam taşımaz. Ayrıca, bu yolla AB-NATO işbirliğinin (Bu noktada Berlin Plus programını hatırlatmakta fayda var) daha pürüzsüz işlemesinin önündeki son engel de ortadan kaldırılmış olacaktır. Bu yüzden Kıbrıs’ın BİO’ya katılımı, AB-NATO ittifakı ile Yakın ve Ortado»u’da savaşların ve saldırganlığın artması anlamını taşımaktadır. Biz böyle bir şey istemiyoruz! İhtiyacını duyduğumuz şey, güncel İran ve Suriye örneklerinde yaşadığımız yeni askeri tehditler değildir, onun yerine barışa ihtiyaç duyuyoruz. Biz emperyalist savaşlardan değil, siyasi çözümlerden yanayız!
Bugün, desteklediği sıkı para ve mali politikaları aracılığıyla Kıbrıs’taki ekonomik sıkıntıları derinleştirmekle kalmayıp, mevcut durumdan yararlanarak Kıbrıs tarafının Türk Hükümeti karşısında geri adım atması için baskı kuran ve buna bağlı olarak Kıbrıs’ta sorunun federal yapıyla çözülmesi şansını daraltan, muhafazakar Federal Hükümetinin kendisidir. Bu benim için utanç kaynağıdır. Bu baskının ne kadar güçlü olduğunu, Avrupa Konseyi’nin bu konuda görevlendirdiği çalışma gruplarının toplantı tutanaklarında da görebilmekteyiz. Bu tutanaklarda, Kıbrıs tarafının Almanya’nın baskısı sonucunda, Kosova ile sürdürülen ekonomi anlaşmaları konulu müzakerelerde, Balkanlar’da demokratik egemenliğin korunması yönünde savunduğu görüşlerden birer birer vazgeçtiği görülmektedir. Bu tutumun, Kıbrıs sorununun çözümünde hangi sonuçlara yol açabileceğini bugünden kestirmek de mümkün değildir. ABD ile büyük AB devletlerinin, AKEL’li Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın bu görevinden edilmesi için sürdürdükleri çabaların nedeni de burada yatıyordu. Çünkü kesin olarak ifade edilebilir ki; Hristofyas döneminde uluslararası hukuk, BM Şartı ve demokratik egemenlik, bugün olduğu gibi üvey evlat muamelesi görmemiştir. Ve inancım odur ki; uluslararası hukuku ve demokratik egemenliği savunmak, bugün AB yönetimindeki troykanın ve NATO’nun saldırıları karşısında hepimizin ortak sorumluluğudur.
Bugün SOL PARTİ, muhafazakarlarla sosyal demokratların büyük koalisyon hükümetini kurmaları durumunda, Alman Federal Meclisi’nde ana muhalefet konumuna gelecektir. Buna bağlı olarak, sermayenin çıkarları do»rultusunda izlenecek, Almanya’yı büyük güç yapma hedefli politikaya karşı çıkmak gibi büyük bir sorumluluk üstlenecektir. Bu yükümlülük, Kıbrıs konusunda da geçerlidir. Bu konuda, daha önce de belirttiğim gibi, Almanya’nın Türkiye’ye karşı tutumunu değiştirmesi gerekiyor. İhtiyacımız olan şey, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında açık ve net bir tavır takınılmasıdır. Ve SOL PARTİ, yabancı ülkelere ait askeri üsler konusunda da baskı kurmak zorundadır. Çünkü bu konu, Kıbrıs’ın işgaline son verilmesinin önkoşuludur. Çünkü NSA konusunda, CİA’nin işkence amacıyla gerçekleştirdiği uçuşlar konusunda ve yeni savaşlar hakkında, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek açıklıkta tavrımızı koymalı, insan hakları ihlallerine hizmet eden askeri üslere ihtiyacımızın olmadığını göstermeliyiz. Bu bağlamda şunu da belirtmek isterim: Almanya’da konuşlandırılmış Britanya askerlerinin 2020 yılında kadar Almanya’dan çekilmesi öngörülmüştür. Ben bundan büyük mutluluk duymaktayım ve Kıbrıs açısından da, Britanyalıların askeri üslerini kapatıp, bu güzel ülkenin sivil amaçlarla değerlendirilmesinin yolunu açmasını arzu etmekteyim.
Bu konuda parlamento düzeyinde gerçekleştirilebilecek girişimlere dair aklımdan şöyle bir somut öneri geçiyor: Mümkün oldukça eşzamanlı olarak, gelecek yılın başında kendi hükümetlerimizden Kıbrıs’ın kurtuluşu ve yeniden birleşmesi için olumlu faaliyetlere geçmelerini talep edelim. Bu yolla, Avrupa düzeyinde parlamentolar arasında aktif, sosyal ve barış hareketleriyle bağlantılı, Kıbrıs’ta yaşayan insanlar için çalışan bir a» kurabiliriz. Bu konularda yeniden bir cesaret göstermeye ihtiyacımız var! Bu konularda yeni bir kuvvete ve iyimserliğe ihtiyacımız var! Kıbrıs’ın kurtuluşu mümkündür!