Önce Almanca ö»ren, sonra gel!

Geçtiğimiz Şubat ayının sonlarında, AB ülkelerindeki Türkiye kökenli parlamenterlerin Türkiye’de hükümet ve medya temsilcileriyle gerçekleştirdikleri toplantılar, günlerce gündemin ilk sıralarındaki yerini korudu. Hatırlanacağı gibi, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün davetiyle, 24-25 Şubat 2007’de Ankara ve Istanbul’da görüşmeler gerçekleşti. Avrupa’da yayın yapan Türkçe medyada da önemli bir yer tutan toplantılara, değişik Avrupa ülkelerinden 23 Türkiye kökenli parlamenter katıldı. Toplantı öncesinde kimlerin toplantıya davet edilip edilmediğinden tutun da, toplantının amacına dek birçok konuda bir kısmı dayanaktan yoksun yayınlar yapıldı. Bazı medya kuruluşları, Boğaz’da yenen yemekler gibi, konunun magazinel boyutunu öne çıkararak, ya da Türkiye’de kimlerin hangi partilerin temsilcileriyle görüştüğünü günlerce konu ederek katılımcıların bir kısmına yönelik haksız eleştirilerde bulundu. Şahsım adına bu tartışmalarda yer almamaya özen gösterdim. Ancak toplantıya katılış amacım ve dile getirdiğim sorunları basın-yayın kurulusları aracılığıyla yeterli ölçüde kamuoyuna yansıtamadığımı düşündüğüm için, bir kez daha bu köşede sizlerle paylaşmak istiyorum:

Herşeyden önce şunu belirtmekte yarar var: Türkiye kökenli göçmenlerin Almanya’ya göçünün 46. yılındayız. Geride bıraktığımız bu sürede, Türkiye kökenli göçmenler bu ülkenin ve toplumun ayrılmaz bir parçası oldular. Geri dönüş hayalleri yerini çoktan bu ülkede geleceğini kurmak planlarına, geleceğini güvence altına almak özlem ve u»raşlarına bıraktı. Gerek Alman, gerekse Türk hükümetlerinin bu süreçte izledikleri politikanın, yaşadığımız toplumla bütünleşme sürecine hizmet ettiğini iddia etmek pek mümkün değil. Toplantıda, insanların yaşamlarını kolaylaştırabilmek için, onların bulundukları ülkelerde sosyal-politik ve kültürel yaşama katılmalarını teşvik etmek gerektiğini ifade ettim. Bu anlamda Türkiye hükümeti, yurtdışında yaşayan vatandaşları döviz aracı olarak görmekten vazgeçmeli ve onların yaşamını zorlaştıran bir takım uygulamalara son vermelidir dedim.

Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenlerin beklentilerine örnek olarak da, insanların her beş yılda bir konsolosluk kuyruklarında beklemekten kurtulmaları için süresiz pasaport almalarının sağlanması, konsolosluklarda yapılan ışlemlerin kolaylaştırılmas ve harçlara indirim uygulanması, bedelli askerlik uygulamasında bedelin cüzzi bir miktara düşürülmesi, hatta birçok ülkenin yaptığı gibi gençlerimizin askerlikten muaf tutulmaları, yüzbinlerce insanı dolandırıp, milyarlarca Euroluk zarara u»ratan “yeşil sermaye” ya da “islami holding” mağdurlarının dertlerine çare bulunması taleplerini ilettim.

Almanya önümüzdeki dönemde aile birleşimlerini yeniden düzenlemeye ve Almanya’daki eşinin yanına gelmek isteyenlere “Önce Almanca ö»ren, sonra gel!” demeye hazırlanıyor. Göç ve Uyum Danışmanı M. Böhmer’in Türkiye gezisinin ardından, evlilik yoluyla Almanya’ya gelenlere yaş sınırlaması ve Almanca bilme zorunluluğu getirileceği açıklandı. Bu hazırlıklara Türk hükümetinin de sıcak baktığı, Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun bu planları desteklediği de açıklandı. Dışişleri Bakanı Gül’den, onbinlerce insanı mağdur edecek böyle bir uygulamaya ortak olunmamasını istedim. “Bizlerin mücadele ederek kazanmaya çalıştığı ya da kazandığı, uluslararası anlaşmalardan doğan hiç bir hak pazarlık konusu yapılmamalıdır” dedim. Bunun üzerine Sayın Gül, hükümetinin böyle bir yaklaşımının olmadığını söyledi.

Mart başında federal hükümete yönelttiğim bir soru önergesine verilen cevapta, Milli E»itim Bakanı Hüseyin Çelik’in kısa bir süre önce Federal Hükümete bir kez daha açıklama yaptığı ve Türk hükümetinin Türkiye’de Almanca hazırlık kursları gerçekleştirmeye hazır olduğu ifade edilmişti. Şimdi ortaya çıkan tabloya göre, Alman ve Türk hükümetlerinin bu konudaki açıklamaları çelişiyor. Bunun üzerine bu çelişkili açiklamaları aydınlı»a kavuşturmak için Başbakan Erdoğan ve ilgili bakanlıklara bir mektup gönderdim.

Kamuoyuna yeterince yansımayan bu gelişmeleri sizlerle paylaşmak istedim. Gelecek sayıda, bu konuda ortaya çıkan yeni bilgileri de sizlerle paylaşacağım. Bir yanda Alman hükümetinin aile birleşimlerini kısıtlayan yasa değişikliği planlarına karşı çıkarken, diğer yanda bu planlara dayanak yaptığı “Türk hükümeti de bizim bu planlarımızı destekliyor” iddialarının üzerine gitmek gerektiğini düşünüyorum. Bugün evlenerek Almanya’daki eşlerinin yanına gelmek isteyenlerin Almanca bilmelerini istemek, bunu yaparken zorla evlendirmeleri engelleme gibi masum bir gerekçenin arkasına sığınmak ayrımcı yasaların sertleştirilmesinden başka bir anlama gelmiyor. Hükümet ortakları bu yasayı savunduğu günlerde Meclis’e sunduğumuz zorla evlendirme mağdurlarının haklarını koruyan ve genişleten bir yasa tasarısını reddetmişti. Bu da, izlenen politikanın ikiyüzlü olduğunu gözler önüne seriyor. Aynı şekilde 22 Avrupa ülkesinin sadece birinde böylesi bir uygulama varken, bu planda ısrar etmesi Almanya’nın AB çapında dışlayıcı politikalara önderliğe soyunduğunu gösteriyor. Bu planlara parlamento içindeki ve dışındaki güçler hep birlikte karşı çıkmalı.

Bu görevle karşı karşıya olduğumuz bir dönemde, Türk hükümeti de, farkında olsun ya da olmasın, bu uygulamalara destek sunuyorsa, bunun da kamuoyu tarafından bilinmesi gerekir diye düşünüyorum.