Ortak özlemler u»runa birlikte mücadele eden bir toplum olmalı
Bizim hangi haklarımız olmalı ki, göçmenler olarak Almanya’yı benimseyebilelim?
Almanya’daki göçmenlere tanınması gereken hakların başında eşit siyasal ve sosyal haklar geldiğini düşünüyorum. Neredeyse yarım asırlık bir süredir bu ülkede yaşayan, yanı burayı kendisine bir anlamda vatan edinmiş milyonlarca insanın eşit siyasal haklar edinebilmesinin tek yolu, bugün Alman vatandaşlığını almalarından geçiyor. Vatandaşlı»a geçişin, en az 8 yıldır bu ülkede yaşıyor olma, işsizlik parası ya da sosyal yardım almama ve Almanca bilme gibi şartlara bağlı olduğunu biliyoruz. Bu koşulları yerine getirmeyen milyonlarca insan seçme-seçilme hakkı başta olmak üzere, birçok demokratik temel haktan yoksun bırakılıyor. Bunun ötesinde yabancılar yasası gibi dışlayıcı ve ayrımcı yasalara maruz bırakılıyor. Uzmanlar tarafından yürürlükteki yasalarda yapılan bir tarama, çesitli yasalarda 39 ayrı ayrımcı düzenlemenin bulunduğunu gösteriyor. Yani bütün bunlar, hukuksal eşitsizliğin giderilmesinin, en önemli görevlerden birisi olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.
Ancak buna ek olarak sosyal konularda da eşitsizliklerin olduğu bir gerçek. Sadece yasal önlemlerle giderilmesi mümkün olmayan bu durumun çözümü icin de, toplumsal önlemler alınması gerekiyor. Örneğin işszlik oranı göçmenlerde, ortalamanın iki katına eşitse, lise bitiren göçmen kökenli gençlerin oranı yaklaşik yüzde onda kalıyorsa, her yüz göçmenin sadece üçü üniversite eğitimini tamamlayabiliyorsa, tüm bu alanlarda da önemli önlemler alınması gerektiği görülüyor. Göçmenler önemli bir oranda sosyal güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışıyor. Bu durumda ekonomik zorluklar nedeniyle özellikle büyük kentlerde gettolaşma olarak nitelendirilebilecek bir yerleşim dağılımı söz konusu olabiliyor. Tüm bu örneklere bakarak, hukuksal eşitsizliğin yanısıra, sosyal ayrımcılığın da toplumsal kaynaşmanın ve ortak yaşamın önünde engel oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu sorunları çözülmüş, siyasal, hukuksal ve sosyal açıdan eşit hakları sunan bir toplumun göçmenler tarafından daha sorunsuz ve rahat bir şekilde benimseneceğine inanıyorum.
Çözümlenmemiş, ama çözümlenmesi gerek hangi problemlerimiz var?
Yukarıdaki soruya verdiğim yanıtta aslında bu sorunun yanıtı da var. Almanya’da yaşanan sorunlar, ekonomik zorluklar, işszlik, eğitim, sağlık ve diğer birçok alanda yapılan kısıtlamalar, bu ülkede yaşayan 80 milyon kişinin önemli bir bölümünü derinden etkiliyor. Ayrımcılık ve hukuksal eşitsizlikler nedeniyle 7 milyonu aşkın göçmen kitlesinin etkilenmesi de biraz daha derinden gerçekleşiyor. Yani bugün ihtiyacını duyduğumuz konuların başında, bu sorunlarla bo»uşan işçilerin, işsizlerin, kadınların, gençlerin, ö»rencilerin ve diğer bütün toplumsal kesimlerin kendi sorunlarına sahip çıkmaları, taleplerini yükseltmeleri ve mücadele etmeleri geliyor. Göçmenler de, bu mücadelede yerlerini almalıdır. Eşit siyasal ve sosyal haklar işte bu ortak mücadelenin örgütlenmesi için de gereklidir. Ve göçmen olmaktan kaynaklı sorunlarımızın çözümü de, bu ortak mücadele ile mümkün olacaktır. Aksi halde Çifte vatandaş olduğu için Alman vatandaşlığını kaybedenlerin, zorla evlendirme gibi tasvip etmediğimiz uygulamalardan etkilenenlerin ya da ancak yüzde üç gibi küçük bir bölümü kamu işletmelerinde meslek eğitimi gören göçmen gençlerin sorunlarına çözüm için Sol Parti olarak bizim mecliste yaptığımız çalışmalar, bu konularda atılan kücük birer adım olarak kalır. Örnek olarak saydığımız bu çalışmalarımız, ancak sözünü ettiğimiz ortak mücadele güçlenirse daha anlamlı olur.
Göçmenler olarak bizim kültürel kimliğimiz tanınmazsa, siyasi gündemle bütünleşmemiz olanaklı mı?
Bence kültürel, etnik ve dini farklılıkları öne çıkarmak yerine, ortak çıkarlarımızı vurgulamamız gerekiyor. Bu, var olan kültürel farklılıkların gözardı edilmesi ya da yok sayılması anlamına gelmez. Ancak sözünü ettiğim ortak yönlerimiz, çıkarlarımız ve taleplerimiz öne çikarılırsa, bu farklılıklar birliğin önünde engel olmaktan çıkar; tersine bu birliğimizi güçlendiren bir zenginlik rolü oynar. Isterseniz bununla neyi kastettiğimi bir örnekle açıklayayım: Türkiye ya da başka bir ülkeden gelmiş iki kişiyi ele alalım. Bunlardan birisinin işçi, diğerinin işletme sahibi olduğunu varsayalım. Onların aynı kültürel ya da etnik kökene sahip olmaları, sorunlarının da aynı olduğu anlamına gelmez. Bence göçmen bir işçi ile Alman bir işçinin ortak yönleri çok daha fazla, aralarındaki kültürel farkların taşıdığı önem çok daha küçüktür. Tekrar altını çizerek şunu söylemek istiyorum: Elbette farklı kültürlere sahip insanların bu özelliklerinden sıyrılmaları gerektiğini ileri sürmüyorum. Bu farklılıkların, onların siyasal ve sosyal eşitsizlik uygulamalarına tabi tutulmalarına vesile yapılmasına da karşı çıkıyorum. Do»ru olduğuna inandığım yaklaşım, bu farklılıkları öne sürüp ayrılıkları körükleme yerine, ortak yönlerimizi öne çıkarıp birliğimizi güçlendirme yaklaşımıdır.
Çok kültürlü toplum denilince ne anlıyoruz. Teorik kavrayışımız icraata nasıl dönüşmeli?
Bu konu, onyıllardır sosyolojide tartışılan, üzerinde sayısız kitap yazılmış, doktora tezi hazırlanmış oldukça kapsamlı bir konu. Bugün bilim çevrelerinde bu tartışmalar hala sürüyor ve gelinen noktada “multikulturelle Gesellschaft”, yani çok kültürlü toplum kavramının yerini, “interkulturelle Gesellschaft”, yani “kültürler arası toplum” ya da “multiethnische Gesellschaft”, yani “çok etnisiteli toplum” kavramlarının aldığını gözlüyoruz. Ben kavramlardan bağımsız olarak, farklı dillere, kültürel ya da etnik kökene bağlı insanların aynı toplumda birlikte yaşadıkları, moda deyimiyle “paralel toplumlar” ya da gettolar oluşturmadıkları toplumun hedeflenmesi gerektiğine inanıyorum. Geçtiğimiz Salı günü, Almanya ile Italya arasında işçi göçünü başlatan sözleşmenin imzalanmasının 50. yıldönümüydü. Yani bu ülkeye işçi göçünün yarım asırlık bir geçmişi var ve bugün tüm sıkıntı ve eksikliklerine rağmen ortak yaşamın örülmesi konusunda önemli gelişmeler kaydedildiğine inanıyorum. Bu anlamda yaşanan olumlu gelişmeleri kendimize dayanak yaparak, bu örnekleri çoğaltmak için daha fazla çaba harcayarak çok daha ileri noktalara gelebileceğimize inanıyorum. Ancak bunun kendiliğinden gerçekleşmeyeceğini de unutmamalıyız. Ortak sorunları, özlemleri ve çıkarları çerçevesinde birlikte yaşayan ve herşeyden önce birlikte mücadele eden insanların yaşadığı bir toplum, bu çabalarla gerçek olacaktır.