Sol Parti Federal Milletvekili Sevim Dagdelen Türkiye’de

Almanya Federal Milletvekili ve Sol Parti Uluslararasi Ilişkiler Sözcüsü Sevim Dagdelen, partisinin meclis grubunu temsilen Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 29-30 Mart tarihlerinde Türkiye’ye gerçekleştireceği resmi ziyarete katılacak. Federal Meclis Alman-Türk Dostluk Grubu Başkanvekili de olan Dagdelen, Ankara ve İstanbul’daki resmi görüşmelerde ele alınacağı açıklanan konular hakkında şu değerlendirmelerde bulundu:

Başbakanlık Dairesi’nden yapılan açıklamalarda, Başbakan Merkel’in Türk hükümeti temsilcileriyle yapacağı resmi görüşmelerde diğerlerinin yanısıra Türkiye’nin AB üyeliği, Türkiye’nin Ortado»uda’ki rolü ve İran’la ilişkiler, Türk vatandaşlarına vize muafiyeti ve ekonomik konuların ele alınacağı ifade edildi.
Federal Hükümetin bütün bu konuları sadece Almanya’nın ekonomik ve politik çıkarlarını gözeterek değerlendirdiği biliniyor ve insan hakları, demokrasi gibi konuları bu çıkarlara feda etmekten kaçınmadığına sıkça tanık olduk. Başbakan Merkel’in gezisinin yine aynı çerçevede gerçekleşerek sonuçlanacağını tahmin etmek güç değil.
Görüldüğü kadarıyla Başbakan Merkel Türkiye gezisini Türkiye Başbakanı’nı İran politikasını değiştirmeye zorlamak için de değerlendirecektir. Almanya, bu politikasıyla İran’a karşı oluşturulmaya çalışılan çatışma zeminine Türkiye’yi de çekmeye çalışmaktadır ve bu yaklaşımın kaygı verici olduğuna inanıyorum. Almanya bu yaklaşımını değiştirmeli, Türkiye’nin Yakın ve Ortado»u’da nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge yaratılması talebine destek vermelidir.

Seyahat çerçevesinde katılacağım görüşmelerde aşağıdaki görüşlerimi dile getirmeye çalışacağımı Türkiye kamuoyu ile paylaşmak isterim:

Türkiye’nin AB üyeliği:
Başta Almanya ve Fransa olmak üzere, birçok Avrupa Birliği ülkesinin Türkiye’nin üyeliği konusunda samimi olmadığı biliniyor. Başbakan Merkel ve Hıristiyan Birlik Partileri, Türkiye’nin AB üyeliği konusunu iç politika malzemesi olarak kullanıyor ve görüşmelerde Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık önerilmesinde ısrarlı olacağını ilan etti. Biz Sol Parti olarak, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda asıl söz sahibinin Türkiye halkı olması gerektiğine inanıyoruz. AB üyeliğinin ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan hangi sonuçlara yol açacağı hakkında geniş bir aydınlatma çalışması yapılması ve bunun üzerinden halkın karar vermesinden yanayız. Ancak bu süreçte, müzakereler çerçevesinde Türkiye’den sayısız AB kriterine uymasını talep eden Almanya ve diğer AB ülkelerinin de, ahde vefa ilkesine bağlı kalmaları gerektiğinin altını bir kez daha çiziyoruz.
Ancak bu yaklaşım Türkiye’nin demokratik ve sosyal hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, ekonomide izlenen çizginin yoksulluk ve işsizliği derinleştirmesi, Kürt sorununun barışçıl çözüme kavuşturulmaması konularında eleştirilerimizi açıklamaktan kaçınmamız anlamına gelmiyor. Bu anlayışla, Türkiye’de sendikalar yasalarının demokratikleştirilmesi konusunda Federal Hükümete yönelik taleplerin yer aldığı bir önergeyi 25 Mart 2010 günü Federal Meclis gündemine getirdik. Türkiye’de, demokratik hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması için mücadele eden kurum ve kuruluşlarla dayanışmamızı sürdüreceğiz.

Vize muafiyeti:
Türk vatandaşlarının Almanya’ya seyahatlerinde vizeden muaf tutulmaları konusunun da görüşmelerde ele alınması bekleniyor. Bu bağlamda, sınır güvenliği ve mülteci iadesi gibi konularda Türkiye’den beklentilerini ifade eden Alman hükümetinin Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı kararları uygulamamakta ısrar ettiğini de bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Söz konusu karar uyarınca Türk vatandaşları hizmet sunumundan yararlanmak üzere üç aydan kısa bir süre için Almanya’ya gelmek istediklerinde vizeden muaf tutulmak zorundadır. Ancak Adalet Divanı’nın kararını keyfi bir şekilde yorumlayan Federal Hükümet, bir yılı aşkın bir süredir bu keyfi yorumunda ısrar ederek vize muafiyetini sadece TIR şoförlerine tanımaktadır. Bu aynı zamanda AB değerlerine ve hukukuna uyum konusunda Almanya’nın ne denli ikiyüzlü olduğunu göstermektedir. Sadece sermayenin çıkarları do»rultusunda ilerleyen AB, sermayeye, ürünlere ve hizmet sunumuna dolaşım serbestisi tanımaktadır. Ancak bu serbesti insanlara tanınmamaktadır. Sol Parti olarak bu konudaki eleştirilerimizi usanmadan dile getirdik ve sadece bankaların ve tekellerin ihtiyaçlarına yanıt veren bir AB’ye karşı olduğumuzu bundan sonra da dile getireceğiz.

Aile birleşimi:
A»ustos 2007’de yürürlü»e giren ve Almanya’daki eşlerinin yanına gitmek isteyenlere dil ö»renme zorunluluğu getiren uygulamadan etkilenen en büyük grup Türkiye vatandaşlarıdır. Goethe Entsitüleri’nin Ankara ve İstanbul’da sunduğu Almanca kurslarını işaret ederek, aslında bu uygulamanın büyük sorunlara yol açmadığını iddia etmek, en hafif deyimiyle uygulamanın mağdurlarıyla alay etmektir. Yeni uygulamayla birlikte aile birleşimi kapsamında Almanya’ya gelen Türkiye kökenli göçmen sayısı yaklaşık üçte bir oranında gerilemiştir. Biz Sol Parti Federal Meclis Grubu olarak başından itibaren, aile birleşimini zorlaştıran ve aileyi koruyan Alman Anayasası’nın ihlali anlamına geldiğine inandığımız bu yasaya karşı çıktık. Yasanın iptali için gösterdiğimiz çabaları sürdüreceğiz ve önümüzdeki dönemde Federal Meclis’e bu konuda bir önerge sunacağız.

Almanya’da Türk okulları ve diğer öneriler:
Son olarak Başbakan Erdoğan’ın Almanya’da Türk okulları açılması önerisiyle başlayan tartışmalar, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli göçmenlere bakış açısını bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Neredeyse yarım asır önce başlayan Türkiye’den Almanya’ya göç sürecinde yaklaşık 2,5 milyon insan Almanya’da toplumun bir parçası olmuştur ve büyük ço»unluk kendisini etnik kökeniyle değil, sosyal konumuyla tanımlamaktadır. Türkiye’de yaygın şekilde kullanılan “gurbetçi” tanımlaması bu toplumsal gerçeklikle örtüşmemektdir. Yaşadıkları ülkelerde izlenen ekonomik ve sosyal politikalardan kaynaklanan sorunlarının çözümünün de, bu ülkelerde toplumsal yaşama ve mücadelelere daha fazla katılımını sağlayacak politikaların izlenmesinden geçmektedir.
AB ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli göçmenleri AB-Türkiye görüşmelerinde ya da ikili iliskilerde bir baskı aracı, dolgu maddesi ya da lobi gücü olarak görmenin sorunları derinleştireceğine inanıyorum. Türk hükümeti, Türkiye dışında yaşayan vatandaşlarına yardımcı olmak istiyorsa, kendi yetki alanında bulunan sorunların neler olduğu uzun yıllardır bellidir ve bu sorunların çözümü için gerekli adımlar onyıllar önce atılmış olmalıydı. Bedelli askerlik, konsolosluklarda bir türlü hızlandırılamayan işlemler ve talep edilen fahiş harçlar, Avrupa’daki Türkiye kökenli emekçilerin alın terleriyle biriktirdiği üç-beş kuruşu gaspetmek için “yeşil sermaye” veya dövizle emeklilik gibi değişik kisveler altında gerçekleştirilen vurgunlar, sınır kapılarında yaşanan sefaletler gibi konularda uzun süre önce gerekli adımları atmalıydı.