Yılgınlı»a gerek yok!
Başbakan Merkel, bir yıl önceki Uyum Zirvesini „neredeyse tarihi bir olay“ olarak nitelendirmişti. Önceki gün gerçekleştirilen ikinci zirveye ise, „kilometre taşı“ yakıştırmasında bulundu. Hükümetin makyaj tazeleme çabasından başka birşey olmayan zirvede açıklanan Ulusal Uyum Planı’nda, sadece bu alanda izlenecek politikalara dair verilen sözler yer alıyor. Ancak verilen sözlerin hiçbir bağlayıcılığı yok. Kimse de „bu sözler ne kadar tutuldu, yerine getirildi mi?“ diye soramayacak. Ama Türkçe’de bir deyim vardır: ‚Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.‘ E»er hükümetin verdiği sözlere, yayınladığı iyiniyet açıklamalarına değil, yaptığı işlere bakarsak, göç ve uyum politikası alanında sertlik yanlısı ve ayrımcı tutumların süreceği görülüyor. Göç Yasası’ndaki değişiklikler, yeni kısıtlamaların ve ayrımcı uygulamaların önünü açıyor.
Bu gerçek ortada dururken bazı göçmen örgütlerinin zirveyi protesto etmesini, „bunların demokrasi anlayışı kıt“ şeklinde değerlendiren SPD ve CDU/CSU’lu hükümet üyelerine şunu sormadan geçmeyeceğim: Siz başka bir gezegende mi yaşıyorsunuz? Ortalama olarak 17 yıldan fazla bir süredir bu ülkede yaşayan beş milyon göçmene en temel demokratik hak olan seçme-seçilme hakkını tanımayan siz değil misiniz? Demokrasi anlayışı kıt olan, ‚partileri siz seçemezsiniz; ama çıkardıkları yasaları sesinizi çıkarmadan kabul etmeniz gerekir‘ diyen siz değil misiniz?
Kamuoyunda tartışılan ayrımcı-ırkçı ve yoksul düşmanı yasa önümüzdeki günlerde yürürlü»e girecek. Bu yasa birçok insanımızın zaten zor olan yaşam koşullarını daha da zorlaştıracak. Yasanın kamuoyunda tartışıldığı süreçte birçok insanımızın geleceğe yönelik kaygıları haklı olarak daha da arttı. Tartışmaları yakından izleyen birçok kişi haklı olarak bir çok soruyu daha sesli bir şekilde dile getirmeye başladı. Bu dönemde en fazla dile getirilen sorulardan birisi, „bu yasa Türklere karşı bir yasa mı? Türkler artık bu ülkede istenmiyor mu; acaba Türkler olarak birleşsek bu yasa geçmeyebilir miydi?” oldu. Özellikle bu sorunun öne çıkmasında, Almanya’da yaşayan göçmenler arasındaki en büyük grubu, Türkiye kökenli göçmenlerin oluşturması önemli bir faktördür. Ancak bu sorunun güçlü bir şekilde dile getirilmesi sadece bu olguyla açıklanamaz. Kamuoyunda yasanın zihniyetinden bağımsız olarak, sadece getireceği sonuçlar üzerinden tartışılması da bu soruların öne çıkmasını beraberinde getirmiştir.
Ancak bu ırkçı-ayrımcı ve hukuk dışı yasanın geriye püskürtülmesi ve zararlarının en aza indirgenmesi, yasanın do»ru bir şekilde tahlil edilmesiyle olanaklıdır. Bu yapılabildiği ölçüde, yasaya karşı kimlerle birlikte hareket edilmesi, hangi güçlerle ve kime karşı birleşilmesi gerektiği daha net bir şekilde ortaya çıkabilir. Bu anlamda yasanın asıl amacını ve Merkel hükümetinin bu yasayla neyi hedeflediğini kısaca belirtmekte yarar var.
Hükümet bu yasayı entegrasyonu teşvik etmek için çıkardığını belirtiyor.Bu belirlemeye aklı başında hiç kimsenin katılmadığı göz önüne alındığında, yasanın entegrasyona ve birlikte yaşama ne kadar zarar vereceğine ayrıntılı olarak girmeye gerek görmüyorum.Ancak entegrasyon kavramı ardına saklanarak, yasanın asıl hedefi gizlenmeye çalışıldığı için açıkça belirtmekte yarar var. Bu yasa entegrasyon düşmanı, birlikte yaşamı zehirlemeye yönelik, toplumu ve göçmenleri de kendi içerisinde bölmeyi hedefleyen bölücü bir yasadır.
Yasada öne çıkan temel zihniyet, göçmenleri ‘Almanya’ya yararlı ve zararlı göçmenler’ olarak ayrıştırmasıdır. ‘Yararlı’ olduğunu düşündüğü göçmenlere kapılar biraz daha açılmıştır. ‘Zararlı’ olarak gördükleri ve dışardan geleceklere kapılar tamamen kapatılmıştır. İçerdeki ‘zararlı’ gördüklerini de geri göndermek ve hayatlarını çekilmez hale getirmek için yeni önlemler almıştır.
Bu olguyu anlaşılır kılmak için burada yasanın getireceği sonuçlara bakabiliriz. Yasada getirilen en önemli kısıtlamalardan birisi aile birleşimidir. Yasanın bu maddesiyle yaklaşık 200 ülkenin vatandaşlarının geldikleri ülkelerin insanlarıyla evlenebilmesi neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Bu uygulamadan bazı ülkeler muaf tutulmuştur. Muaf tutulan bu ülkeler arasında ABD ve Japonya gibi zengin ülkelerin vatandaşları bulunmaktadır. Zengin ülkelerin vatandaşlarına hiç bir kısıtlama yapılmazken, yoksul gördükleri ülkelerden insanların evlenmesine bile yasak konmuştur adeta. Ayrıca bu maddede yoksul ülkelerin zenginlerine ve akademisyenlerine de bir ayrıcalık konulmuştur. Parası olanlarda, yoksullara konan hiçbir şart aranmaktadır.
Almanya da yaşayan göçmenlerin ço»unluğunu oluşturan alınteriyle geçinen işçisi-işsizi, genci-kadını ve küçük esnafı bu uygulamadan etkilenecektir.Ancak yasa bunları Türkiye kökenli oldukları için değil, çalışan ve alın teriyle geçinen kesimler olduğu için hedef almıştır.
Yasada 23 yaşına kadar olan gençlere yönelik vatandaşlı»a geçişlerini zorlaştıran uygulama da aynı mantığın ürünüdür. İş piyasasının ve okul sisteminin cezalandırdığı ve işsiz gençlerin vatandaşlı»a geçebilmeleri için, kendi geçimlerini temin etme şartı, bu gençleriin en kötü koşullarda ve en ucuz koşullarda çalışmaya zorlanması anlamına gelir. Bu sayede Alman işverenlerine daha ucuz işgücü temin edilecektir.
Görüldüğü gibi yasa, yoksul kesimleri hedef alan, onların daha da yoksullaşmasını hedef alan, hayatlarını daha da zorlaştıran bir yasadır. Olaya bu şekilde bakabilirsek, yasayı geri püskürtmek için, bu ayrımcı yasaya rağmen hayatımızı ve geleceğimizi inşa etme do»rultusunda adımlarımızı daha emin atabiliriz.
Çünkü Merkel hükümeti sadece yoksul göçmenlerin haklarına yönelik yasalar çıkarmamaktadır. Bir bütün olarak bu ülkede yaşayan tüm emekçilerin hakları hergün kısıtlanmaktadır. Ve bu yasa emekçilere yönelik saldırıların bir parçasıdır. Göç yasası gibi ırkçı yasalara karşı koyabilmek de, ancak bu saldırıların tümüne karşı süren mücadeleyle geri püskürtülebilir. Ya da sosyal alanda kazanılacak bir hak bu yasayı işlevsiz kılabilir, yasayı boşa çıkarabilir. Örneğin bugün sosyal hareketin en önemli gündemi olan asgari ücretin yasallaşması, hükümetin ucuz iş güçü için göçmenlere yönelik uyguladığı bir çok saldırıyı boşa çıkarabilir.
Bu anlamda göçmenlere yönelik saldırıların, sosyal alanda süren saldırılarla bağını kurulabildiğimiz ölçüde, milyonlarca Alman emekçisinin de beraber hareket etmemiz gereken bir güç olarak yanıbaşımızda durduğunun farkına varabiliriz. Bugünler yürülü»e girmesi beklenen bu ayrımcı yasanın hukuksal olarak engellenmesi için elimden gelen çabayı ben de sarfedeceğim.
Ancak bilinmelidir ki; bugüne kadar tüm zorluklara rağmen entegrasyon ve birlikte yaşam konusunda yaşanan gelişmeler, Alman halkıyla ve emekçileriyle girilen ve geliştirilen ilişkilerin sonucudur. Yasalar dün de ayrımcıydı, bugün de ayrımcı. Bu anlamda çıkarılan yasanın göçmenler cephesinde yılgınlı»a ve içe kapanmaya, sorunlarının çözümünü kendi içlerinde araması sonucuna yol açmaması gerekir. Aksine bu yasaya inat, bu toplumla kaynaşma daha fazla adımlar atılmalı, göçmen emekçiler olarak başta sendikalar ve demokratik kurumlar içerisinde daha aktif görev almalı ve hayatımızı ve gençlerimizin geleceğini korumak için mücadele etmeliyiz. Hükümetlerin gelip geçici olduğunu, asıl kalıcı olanın emekçilerin oluşturduğu birlik ve kardeşlik olduğunu unutmayalım. .