Yüz aklığıyla
ALMANYA’da "tarihimizin en büyük bağış skandalı" diye nitelendirdiler.
Frankfurt’ta yapılan Deniz Feneri Derneği davası nedeniyle hem onların hem de burada bizim a»zımız hayretten bir karış açık kaldı.
Dava bitti. Üç kişi hüküm giydi…
Ve Türk hükümeti nihayet harekete geçti:
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, "Deniz Feneri davası ile ilgili olarak savcılıktan gelen istek do»rultusunda Alman makamlarına başvurulduğunu" söylüyor.
Başvuru dava dosyasının tamamını mı kapsıyor, yoksa "Mehmet Gürhan’a 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan’a 2 yıl 9 ay, Firdevsi Ermiş’e 1 yıl 10 ay hapis cezası verilmiştir. Bu hükmün gerekçesi de şudur" diyen bir metni mi talep ettiler onu açıklamamış.
Aradaki fark önemli. Çünkü dava dosyası gelirse olayın Türkiye’deki uzantılarının bulaştığı suç kanıtları dosyada karşınıza çıkabilir. O kanıtlara dayanarak dava açılması mümkün olur.
Ama sırf kararla sınırlı bir istek söz konusuysa, o kararı okur, "Öyle miymiş?" der oturursunuz.
Bu birinci nokta. İkincisi:
Frankfurt’taki mahkemeden kamuoyunun baskısı ve davaya bakan Alman Yargıç Johann Müller’in:
"Deniz Feneri e.V. Almanya’da, Türkleri dolandırmak için kurulmuştur. Baştan beri insanlara yardım etmek gibi bir niyetleri yoktur. Toplanan paraların ne yapılacağı Türkiye’den belirleniyordu. Arka planda Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik, Harun Kapıyoldaş ve Zahid Akman vardır. Türkiye’deki Deniz Feneri ile Almanya’daki Deniz Feneri e.V. aynı isimle kurulmuştur. Asıl suçlular Türkiye’de olduğu için Almanya Deniz Feneri davasındaki cezalar düşük tutulmuştur" şeklindeki çok ağır sözleri olmasaydı bizimkilerin kılları kımıldar mıydı?
Ya Savcı Kerstin Lötz’ün gazetecilere:
"Mahkeme 6 hafta içinde gerekçeli kararını yazacak. Bu süre içinde Türk Adalet Bakanlığı’nın dosyayı istemesini bekleyeceğiz. İstemezlerse biz göndereceğiz" şeklindeki sözleri daha mı hafif? Bu sözlerin bir bakıma Türk Devleti’ni de aşağılayıcı bir içeriği olduğunu reddedebilir miyiz?
Bu hepimiz adına utanç verici bir durumdur.
Neden utanç verici olduğunu anlamayanlara yeni bir gelişmeden haber verelim:
Alman Federal Parlamentosu’ndaki Sol Parti’li Milletvekili Sevim Dagdelen’le aynı parti Meclis Grup Başkanları Gregor Gysi ve Oskar Lafontaine, Meclis Başkanlığı’na bir soru önergesi sundular.
Federal Hükümet’in, "Deniz Feneri e.V. derneği ile İslami holding yöneticileri arasındaki personel/finansal bağlar hakkında bilgiye sahip olup olmadığını" sordular.
Merak ediyoruz:
Do»ruca ve öncelikle bizi ilgilendiren bir dolandırıcılık meselesinin Almanlar tarafından ele alınıp yargı kararına bağlanması, bizim yetkililerimizi hiç utandırmıyor mu?
Burada "sivrisinek saz" mı demek lazım, "davul zurna az" mı?